
Tiksinmek ne Kelime, Ürperiyorum
Şarabınızın tokalaşmasından tiksiniyorum.
Sanarsın hanedan soyundan!
Biliriz sizin fakirlikten, sıkışık betonlar arasına sığındığınız günleri;
Yüzleşemediğiniz parasız geçmişinizi.
Şimdiyse eli sene ömrünü vermiş,
Aşağı yukarı on beş senesi kalmış emekçisiniz.
Sığının hemen Allah’ın emrine,
Yoksa ölümüne bir saat kala
Pişmanlıklar dalar kalbine.
Aynı kandan var olmadık mı?
Bizim ne farkımız vardı, sevgili akraba?
Pahalı giysilerin,
Şöhretin,
Boyaların mı kurtaracak kendine yaşattığın ızdırabı!
Tiksinmek ne kelime,
Ürperiyorum yargılayıcı bakışlarınızdan,
Nankörlüğünüzden.
Benden uzak durun!
Masumiyetimi lekelemeyin
Var olmayan servetinizle,
Kısnık kişiliğinizle.
Tiyatro Sizler gözlerimizi dinlendirdiğimizi düşünürken bilmezsiniz Aklımızda durmayan dehşetliyi. Hissizliğin intiharı arasındayız, Kayacakken gireriz öbür dünyamıza… Tiyatromuzu oynarız, Hükümdar biziz o topraklarda. Kimsenin sözü geçmez; biziz kâinatın görevlisi, Mutluluğun kurucusu. Çalar oyunbozanlar kapımızı… hayat kaynağın ipini. Nereden bilsinler Dalışlarımızın zaruri olduğunu! Düşünmez öfkesizler! Onların aklından geçen sesler aydınlık. Kıskanırım belki kapımı çalmayı cüret edişlerini, Çünkü korkardım ben, hayali dünyamdan alıkonulmayı. Sığınacak yeni bir yer bulmayı…
Masumiyet
Sözlerimin bedenime uymadığını iddia ederler.
Nereden bilirsiniz siz bu kızın bedenini!
Yaşıma bir değer biçmiş insanlarsınız.
Ödünüz kopar fikirlerime kulak misafiri olmaya,
Ödlek gibi saklanın mertliğinizin ardında!
Hazır değilsiniz, hakikati kabullenmeye.
Ben sizden öğrendim vazgeçmemeyi…
Belki de sizin söylemek isteyip de söyleyemediklerinize bir askerdir bedenim.
İçi kılıç darbelerle dolu,
Dışı masumiyetle sarılı.
İstanbul
İstanbul dediler,
Fısıldandı kulağıma.
Vardı bir varışın,
Koparılamaz bir uğursuzluğun.
Esinlenmiş halkın,
Merhum olsam bile vazgeçemem senden.
Günden güne fısıldarlar rivayetini,
Yoksulluktan hür yaşama çâreni.
İstanbul fısıldandı kulaklarıma,
Aydınlandı varlığımın pay biçilmez kıymeti.
Doruğuymuş dedikleri,
Buralar görünmez adamların memleketi,
Dünyevi zorluklara savaşma şehri.
Affet beni memleketim,
Senin için mücadele edemedim.
Ettirtmediler!
Sürüklediler geriye,
Kalbimin atmadığı arazilere.
Çığlıklarım, feryatlarımı
Arsızlık diye adlandırdılar.
Karamsarlar
Endişelenmeyin karamsar duruşumuzdan.
Yaşıyor olmak istemeseydik, yazıyor olmazdık.
Çok da umurunuzda ya...
Ne yaptı size hayatın değerini derinden hissedenler?
Bırakın, bürünelim duygularımıza… tehlikeli derinliğinde.
Çok mu rahatsız etti sizi?
Sakinliğimiz, yanlılığımızla memnuniyetimiz...
Ne yaptık siz neşeli insanlara?
Anlıyorum, biz farklıyız.
Toplumdan kovulmuş… hiç dinlenmemiş insanlarız.
Fakat bizi siz mahkûm ettiniz karamsarlığın dört duvarına.
Gelmişsiniz karşımıza, ahkâm kesiyorsunuz!
Şimdi gidin…
Sakinliğimizi dağıtıyorsunuz.
Yalnızlığın Adamı
Ben yalnızlığın adamıyım,
Sözünden çıkmam,
Ferdiyetlerin yolundan sapmam.
Varken gözlerimin batışını sormadı
Köhne dostlar;
Varsa yoksa masalarının eksikliğini üstüme kaktılar.
Anlamıştım ben yalnızlığın geçmişini,
Onun için yanılmışlar.
Bırak da anlamasınlar…
Onun kaybedecek hiçbir şeyi yok,
Kazanacak her şeyi olan bir fikirsin, yalnızlık…
İşte tam da o yüzden ben onun adamıyım:
Varsa yoksa satış…
Utanmazsınız, yalnızlığımı satın alacaksınız!
O benim dostum,
O benim andımda yazan değerim,
O benim her şeyim; size göreyse hastalığım.
Satın alınamaz bir yüzleşmedir yalnızlık.
Boyun eğemem ben,
Çünkü yalnızlığın adamıyım.
Asılardır Böyledir
Ölüm ipine bağlı bir hayvan gibi çığlıklarıma aldanmadılar.
Onlar bana acımadılar.
Çok güvendim ben,
Onların zevklerine bedenimi feda edecek kadar teslim oldum.
Bir kuzuyu kurban ettikleri gibi
Kestiler beni.
Ölümümün sahnesine mazur kalmış
Çocuklarsa… şiddete boyun eylememekle görevlendirilir.
Şimdi anlamazlar belki… ama bir gün, o melekler de gözünü kırpmayacak.
“Asıllardır böyledir, ufaklık,” diyecekler.
Bir gün anlayacaksın,
Ben onların hayali cenneti için bir kurbandım.
Bir kesilişte öldürdüler.
“Acı vermeden,” dediler.
Beni bir hayal için kurban ettiler…
Görevimdir Dürüstlük
Almışlar sizi beş kuruşa,
Utanma yok mu!
Ömrümü sattım ekmek parasına,
Şerefimle ilerledim ben,
Anamın yüzünü ters düşürmemekten ellerim kesik!
Basitliğin alasıymış dürüstlük… namertlik.
Gelin, görün hepsini; çağırın
Mutluluğun esiri kalmamış halimi.
Değmiştir bizleri memleketi unutmaya,
Biz onurumuzu feda ettik sizler gibi olmamak için.
Değişmem! Kararlarımı değişmem!
Al-Malik bilir beni.
Ey annem, ben vazifemi yerine getirdim.
Herkese ters düşmüşüm bu dünyada,
Öbüründe düşmemek için.
Ben bilirim beş kuruşa kanmayı,
Kandıramazlar şerefimin zor dayandığı dayanışmayı.
Çaresiz düştüm fakat onlar olmadım.
Ölürsem, hakkıyla ölürüm.
Aklım kalır öbür garibanlarda,
Çağırırım kenarıma.
Son Konuşmam
Ben mecburum,
Bu hayat koğuşunu yöneten amirlere itaat etmekten,
Gölgeni beklemeye mecburum.
Olur ya, gelirsin… korkarım.
Ben senin hayaline sarılı…
Var oluşun, amirlerime mihnet.
Onlar seni hiç anlamadı…
Ben seni anlamaya mecbur. Ama sen, olamamaya mahkûm.
Neticede ben kimim ki?
Bir görünmez, vasıfsız,
Yeni payitahtın esir alınmış
Çulsuz herifin tekiyim.
Ben mecburum, ölmeden ölmeye.